25 Ekim 2017 Çarşamba

SOKRATES


 Sokrates üzerine pek çok eski öykü anlatıldı (Platon, Ksenofon, Aristofanes, Aristoteles, Aristoksenos). Sokrates, edebi verimin yüksek olduğu bir dönemde hiçbir şey yazmadığı gibi, profesyonel "bilgi hocaları"nın ortaya çıktığı bir dönemde öğretmenliği resmi bir meslek olarak da seçmedi. Hayatı boyunca ancak üç kez Atina'dan ayrıldığı söylenir. Bir kez askeri yükümlülük gereği, bir kez de Delfi'ye gidip biliciye danışmak ve orada üzerinde "kendini tanı" sözünün yazılı olduğu Apollon tapınağını görmek için bu kentin dışına çıktı.

  Sokrates genellikle ahlak felsefesinin, yani değer öğretisinin kurucusu olarak bilinirse de, ondan geriye kalan şey, bir öğretiden çok, kişilerin bilincine, özlerinin ne olduğunu göstermeye yönelik bir çabadır.

  Sokrates önceleri doğa bilimleriyle, özellikle de canlı varlıkların çoğalması ve kaybolup gitmesi olgusuyla ilgilendi. Bu amaçla, matematiği ve doğa filozoflarının dünyayla ilgili öğretilerini incelemesi gerekti.

  Yüzeysel bilgiyi aşma ve şeylerin gerçek bilgisine ulaşma isteğiyle, bireylerin davranışlarında ve yaşamlarında temel aldıkları inançları sorgulamaya yöneldi. Sokrates, inançlarını ayrım gözetmeksizin yadsımak için toplumun bütün kesimlerine seslendi; bu tutumu da şiddetli tepkilerle karşılaşması ve trajik bir biçimde ölmesi sonucunu doğurdu.

  Sokrates, her türlü edinilmiş bilgiyi yadsıyan bir düşünceden yola çıkan yöntemiyle, yani diyalog sanatı ya da diyalektikle, insanlara, bilgiye sahip olduklarını sandıklarını, oysa sahip olmadıklarını kanıtlıyordu. Bir karara varmak gerektiğinde, çaresiz kalan muhatapları, kendisinden, sorunla ilgili düşüncelerini aktarmasını talep ettiklerinde, filozofça geri çekiliyor, bu da genellikle muhataplarının öfkelenmesine yol açıyordu.Aynı dönem Atina'sının düşünürleri, Sokrates'in halkı toplayıp, belirli zamanlarda ders vermesini çekemezler,akabinde Sokrates'in bilinenlerin aslında yanlış olduğu söylemi üzerine Sokrates'i mahkemeye verirler.O günlerde Sokrates'in, halk tarafından çok sevilen bir filozof olması sebebiyle, Atina halkı mahkemeyi yakından takip eder. Mahkeme, idam cezasını onaylanmadan önce, hakim Sokrates'e, mevzubahis söylemlerin kendisine ait olmadığını, bu söylemleri inkar ettiğini söylemesi durumunda, idam kararını bozacağını söyler.Sokrates bu teklifi reddeder ve "Ben söylemedim dersem, düşüncelerimin insanlar için hiçbir önemi kalmaz.Beni idam edin, çünkü idam ederseniz, düşüncelerim sizin sayenizde bütün dünya insanlarına ulaşacak ve bundan binlerce sene sonra bile Sokrates adı biliniyor olacak" der. Hakim idamın iptali şartını yineler ve Sokrates "Evet ben bunları söyledim. Sözümün ve düşüncelerimin, hayatım pahasına arkasındayım" der ve af teklifini reddeder.

  Sokrates’in yeryüzündeki son günü Platon tarafından Fedon’da anlatılır — Bir gün ki Sokrates Tebes'li dostları Kebes ve Simnias ile ruhun ölümsüzlüğü üzerine konuşarak geçirdi. Baldıranı içtikten ve ölmek üzere yattıktan sonra son sözleri şunlardı: "Krito, Aeskulapius’a bir horoz borçluyuz; bu yüzden onu öde, sakın unutma." Zehir yüreğine ulaştığında sarsıldı ve öldü, "ve Krito bunu görerek ağzını ve gözlerini kapadı. Bu, Ekhekrates, dostumuzun sonuydu, öyle bir insan ki tüm çağının bizim bildiğimiz en iyisi, ve dahası, en bilgesi ve en gerçeğiydi.".

  Spartalılar Atina'yı savaşta yenip yıkınca Atina'ya Tiranlar hakim oldu. Sokrates entelektüel Atinalılar'ın aksine baskılardan dolayı yurdundan kaçmayıp Tiranların idaresinde yaşamayı sürdürdü. Sivri dilinden dolayı Tiranlar tarafından idama mahkum edilmişken isyan patlak verdi Tiranlar yönetimden gitti. Bu sefer yeni yönetim Tiranlarla işbirliği yapmak, tanrıları aşağılamak vb. suçlamalarla hakkında mahkeme kurdu. Eski Atina devletinde davalara sayıları davanın önemine göre klanlardan seçilmiş yargıçlar bakardı. Sokrates'in davasına 500 civarında yargıç baktı. Suçlular genelde hitabet yetenekleri ile yargıçları etkileyip beraat ederdi. Bu yüzden ağzı iyi laf yapanlar para karşılığı davalılara savunma yazardı. Sokrates hitabet yerine en iyi bildiği diyalektiği sorgulama yöntemini kullandı. Kendini savunmayı ve yargıçlardan af dilemeyi değil fikirlerini savundu. Ölüm cezasının değiştirilmesini dilemedi. İdamı Atina'nın kutsal günü olduğu için ertelendi. Kendisi zindana atıldı. Zindanda hiçbir koruma bırakılmamıştı. Öğrencileriyle birlikte sohbet etti. Kaçması teklifini geri çevirdi. Kaçsaydı suçlu ve hain kabul edilecekti. Kaçmadı, ve bitki zehri içirilerek idam edildi. Öldükten hemen sonra Atinalılar yaptıkları hatanın farkına vardılar. Kendisini dava edenlerden birisini yargılayıp idam ettiler diğerini sürgüne gönderdiler. Sokrates'in büstünü yapıp Atina Tapınağına koydular. Davayı izleyen öğrencisi Platon, savunmasını Sokrates'in Savunması adı altında kitaplaştırdı ve bu esadar geldi.

Rene DESCARTES

   René Descartes (d. 31 Mart 1596 - ö. 11 Şubat 1650) Fransız matematikçi, bilimadamı ve filozof. Batı düşüncesinin son yüzyıllardaki en önemli düşünürlerinden biridir. Skolastik  düşünceden sıyrılışın, bir başka deyişle Modern Felsefe'nin Descartes ile başladığı kabul edilir.

   Descartes, 1628'den itibaren, 15 yıl süren geziler, savaşlar ve serüvenlerden sonra yerleştiği Hollanda'da, batı düşüncesini altüst eden bir felsefe sistemi kurdu.

   Öğrendiğinin, gördüğünün, duyduğunun, inandığının hepsini birden büsbütün silerek, her şeyden kuşkulanmaya başladı. Yalnız tek bir şeyden emindi: düşüncenin varlığı. Buradan hareketle, evrenin açıklamasını yaptı.

  Metot üzerine konuşmada hep karmaşıktan basite inerek, gerçeği kuşatmaya yarayacak kuralları bir bir saydı. Felsefeyi, bütün inceleme kitaplarının Latince yazıldığı bir çağda, Fransızca yazarak ve «sağduyu dünyada en iyi bölüştürülmüş şeydir» diyerek, herkesin, uzman olmayanların bile anlayabileceği bir duruma indirgedi. Descartes her tür araştırmanın pratik niteliği üzerinde ısrarla durur. Ona göre en önemli bilimlerden mekanik, insanlara yardım edecek makineleri yapma sanatı; tıp, vücudu ve ruhu tedavi etme sanatı; ahlâk, mutlu yaşama sanatıdır.

  Descartes, zamanının bilginleriyle, hükümdarlarıyla ve soylularıyla ilişkiler kurmuştur. Ona hayran olan İsveç kraliçesi Cristina, Descartes'ı sarayına davet etti. Descartes, elli dört yaşında Stockholm'de öldü.

   Şüpheciliğe farklı bir yaklaşım getirir: - Septik şüphe, - Metodik şüphe.

   Ona göre septik şüphe anlamsızdır. Olması gereken metodik şüphedir. Metodik şüpheyi şu şekilde uygular: Önce tanrıdan, çevreden, kendinden ve başka insanlardan şüphe eder. Bunu şüphe edemeyeceği son sınıra kadar götürür. Şüphe etmek düşünmektir. Düşünmek vârolmaktır. "Düşünüyorum o hâlde varım" noktasına ulaşır. Latince "De omnibus dubidantum" (Her şeyden şüphelen) en önemli sözlerindendir.

   Hayatı boyunca sabahları geç kalkma alışkanlığı oldu. 1649 yılında, zamanın İsveç Kraliçesi Christina'nın davetiyle Stockholm'a yerleşti ve burada kraliçeye dersler vermeye başladı. Kraliçenin isteğiyle, filozofun uyanık olmaya alışık olmadığı kadar erken bir saat olan, sabah beşte yapılan dersler ve ülkenin soğuk iklimi yüzünden Descartes, İsveç'e gelişinin birkaç ay ardından 11 Şubat 1650'de zatürreden dolayı yaşamını yitirdi.


   Descartes’in özgün yöntem ve bilgi anlayışı 

   Descartes, matematikteki kesinliği felsefeye kazandırmak amacıyla yola çıktı ve bunun için tümdengelime ve sezgisel yönteme başvurdu. Ona göre tümdengelim kesin olarak bilinen olgulardan yapılan çıkarımdı ve tüm bilgi sezgisel olarak kavranan açık ve seçik başlangıç önermelerine dayanmaktaydı. Matematikteki başlangıç önermeleri doğruluğu sezgisel olarak bilinen doğruluklardı. Descartes felsefe için başlangıç oluşturacak önermelerin de sezgisel anlamda kendiliğinden açık ve seçik olmaları gerektiğini düşünmekteydi. Açıklık bir kavramın zihnimize doğrudan verilmesi, seçiklik ise kavramı zihnimizdeki diğer idelerden ayırt edebilmemiz, sınırını çizebilmemizdir. Descartes felsefeye başlangıç önermeleri bulmak için dört aşamalı bir yöntem önerdi:

1. Doğruluğunu açık ve seçik bilmediğimiz hiçbir şeyi doğru kabul etmemek.
2. Araştırdığımız sorunların her birini mümkün olduğunca küçük parçalara bölmek.
3. Onları basitten karmaşığa doğru bir sırayla incelemek.
4. Sık sık geriye dönüp elde edilen verileri sınamak.

  Bu esas üzere önce her şeyden kuşku duydu ve sonunda kuşkulanmakta yani düşünmekte olduğundan kuşku duyamayacağı sonucuna vardı.

 “Düşünüyorum, öyleyse varım önermesiyle” kendi beninin bilgisini sezgisel olarak kendiliğinden açık ve seçik kabul etti. Tanrı’nın, matematiksel bilginin ve dış dünya üzerine edindiğimiz bilgilerin geçerliliklerini kendi beniyle olan ilişkilerinden yola çıkarak kurdu ve böylece özne merkezli modern felsefenin kurucu babası olarak ünlendi.

  Descartes’in töz, ruh ve ahlak anlayışı 

  Descartes, tözü “var olmak için kendisinden başka hiçbir şeye gereksinim duymayan bir şey” olarak tanımlar ve Tanrı’yı sonsuz töz, ruh ve bedeni ise sonlu tözler olarak belirler. Ruh tözünün özü düşünmek, madde tözünün özü ise yer kaplamaktı r. Bunlardan madde-cisim, tözü uzamsız var olamaz. Uzunluk, genişlik ve derinlikte uzamlılık bu tözün doğasını oluşturur. Bunlar maddesel tözün birincil nitelikleri, renk, ses, tat, sıcaklı k gibi özellikler ise ikincil nitelikleridir. Uzama ilişkin niteliklerin bilgisi, nicelikle ilişkili oldukları, yani matematik dille ifade edilmeye uygundurlar. Maddesel tözün hüküm sürdüğü fizik doğa mekanik yasalara göre işler. Doğa, tüm devinimleri mekanik olan bir makinedir. Hiçbir boşluk içermez. Uzam da maddesel tözün geometrik kavramından başka bir şey değildir. Birbirlerine indirgenemeyecek yapıda olan bu iki farklı töz insanda bir arada nasıl bulunmakta, birbirleriyle nasıl etkileşmektedir? Zihin-beden ilişkisi sorunu olarak bilinen bu konuda Descartes ruh ve maddenin insan beynindeki kozalaksı bezde etkileştiklerini savundu. Törebilimi ise dört pratik ilkeye dayanmaktaydı:

1. Ulusun yasalarına, törelerine, dinsel inançlarına boyun eğ.
2. Kanılarına bağlı kal ve seçtiğin eylem yolunda kararlı ol.
3. Kendini ve tutkularını çevrene ve talihine uyarla.
4. Senin için en iyi olacak yaşam uğraşını dikkatle seç

PLATON

 Eflatun (d. M.Ö. 427 - ö. M.Ö. 347) çok önemli bir Antik Yunan filozofu. Hayatını geçirdiği Atina’daki ünlü akademiyi kurdu. Asıl adı Aristokles'di. Geniş omuzları ve atletik yapısı yüzünden, Yunanca Platon (geniş göğüslü) lakabı ile anıldı ve tanındı.

   Yirmi yaşından itibaren ölümüne kadar yanından ayrılmadığı Sokrates’in öğrencisi ve Aristoteles’in hocası olmuştur. Atina’da Akademi’nin kurucusudur. Eflatun’un felsefi görüşlerinin üzerinde hala tartışılmaktadır. Eflatun, batı felsefesinin başlangıç noktası ve ilk önemli filozofudur. Antik çağ yunan felsefesinde, Sokrates öncesi filozoflar (ilk filozoflar veya doğa filozofları) daha ziyade materyalist (özdekçi) görüşler üretmişlerdir. Antik felsefenin maddeci öğretisi, atomcu Demokritos ile en yüksek seviyeye erişmiş, buna mukabil düşünceci (idealist) felsefe, Eflatun ile en doruk noktasına ulaşmıştır. Eflatun bir sanatçı ve özellikle edebiyatçı olarak yetiştirilmiş olmasından büyük ölçüde istifade etmiş, kurguladığı düşünsel ürünleri, çok ustaca, ve şiirsel bir anlatımla süsleyerek, asırlar boyu insanları etkilemeyi başarmıştır.

   Modern filozoflardan Alfred North Whitehead’e göre Eflatun’dan sonraki bütün batı felsefesi onun eserine düşülmüş dipnotlardan başka bir şey değildir. Görüşleri İslam ve Hıristiyan felsefesine derin etkide bulunmuştur.

   Eflatun, eserlerini diyaloglar biçiminde yazmıştır. Diyaloglardaki baş aktör çoğunlukla Sokrates’tir. Sokrates insanlarla görüşlerini tartışır ve onların görüşlerindeki tutarsızlıkları ortaya koyar. Eflatun çoğunlukla görüşlerini Sokrates’in ağzından açıklamıştır.

   Eflatun, algıladığımız dış dünyanın esas gerçek olan idealar ya da formlar dünyasının kusurlu kopyaları olduğunu, gerçeğe ancak düşünce ve tahayyül yoluyla ulaşılabileceğini savunmuş, insan ruhunun ölümden sonra beden dışında kalıcı olan idealar dünyasına ulaşacağını söylemiştir. Görüşleri ortaçağda İslam filozofları tarafından korunmuş ve İslam düşünce dünyasındaki Yeni Eflatunculuk akımına neden olmuştur. Rönesans sonrasında Batı Avrupa'da Antik Yunancadan çevirileri yapılmıştır.


  Platon’un yaşamını ve yapıtları


  Felsefe tarihinin en büyük düşünürlerinden biri olan Platon, Atina’da soylu bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Sokrates’in öğrencisi oldu ve onun görüşlerinden çok etkilendi. Kırklı yaşları nda Güney İtalya’ya yaptığı seyahate dek eserleri büyük ölçüde hocasının etkisi altındaydı. Onun demokrasi yanlılarınca idam edilmesi Platon’un siyasi kariyerden vazgeçmesine ve kararlı bir demokrasi düşmanı olmasına yol açtı. M.Ö. 387/388 tarihlerinde Atina’da Akademia isimli bir okul açarak düzenli eğitime başladı. Aristoteles ile olan ilişkisi de bu çatı altında gerçekleşti. Ölümüne dek Akademia’da ders vermeyi sürdürdü. Platon’un tüm eserlerinin günümüze ulaştığı sanılmaktadır ve eserlerinin belli başlılarının yazılış sıraları muhtemelen şöyledir; Sokratik Dönem Eserler: Savunma, Kriton, İon, Lakhes, Kharmides, Euthyphron, Lysis ve Devlet’in 1. kitabı. Geçiş Dönemi Eserleri: Protagoras, Gorgias, Menon, Euthypdemos ve Kratylos. Olgunluk Dönemi Eserleri: Symposium, Phaidon, Devlet ve Phaedrus. Yaşlılık Dönemi Eserleri: Theaetetos, Parmenides, Sophist, Devlet Adamı, Philebos, Timaios ve Yasalar.

  Platon’un varlık anlayışını ve idealar öğretisi

  Platon’un varlık anlayışı büyük ölçüde İdealar öğretisine ve ruhun ölümsüzlüğü öğretisine dayanır. İdealar öğretisi, tüm görünür şeylerin, görünür dünyanın ötesinde ve ondan bağımsız bir gerçeklikle idealarla ilişkili olduğu kabulüne dayanır. Görünür ve düşünülür evren birbirlerinden ayrıdır ve bu da Platon’u metafizik bakımdan ikici (düalist) yapar. İdealar, zamana mekâna tabi olmayan, her tür değişimden bağışık, başlangıcı ve sonu olmayan, varoluşu için kendisinden başka bir şeye gereksinim duymayan ve sadece akılla kavranabilen yapılardır. Oysa duyulur nesneler, yani varolanlar; zamana ve mekâna tabi olan, sürekli değişen, başı ve sonu olan, varoluşu için idealara gereksinim duyan yapılardır. Duyulur nesneler, ideaların kopyasından gölgesinden başka bir şey değildirler ve ideadan pay aldıkları, ona katıldıkları ölçüde var olurlar. Platon ideaları, görünür şeylerin asıl doğaları olarak görür ve idea sözcüğünü sık sık doğa sözcüğü yerine kullanır. Böylece idealar, görünür şeylerin
eksiksizliklerini, tamlıklarını, asıl doğalarını temsil ederler ve bu yüzden tüm görünür şeyler idealarına benzemeye çalışırlar. Çünkü ona benzedikçe kendi doğalarını gerçekleştirmiş olurlar. İdeaların da kendi içlerinde bir düzeni vardır ve bu düzenin en üstünde İyi ideası yer almaktadır. Diğer tüm ideaların kendisinden pay aldığı ve kendisine yöneldiği İyi ideası, evrendeki düzenin birleştirici ve her şeyi kapsayıcı ilkesidir. İyi ideası nın bu yüksek konumu İyi ile varlığın özdeşliği kabulüne dayanır; “İyi varlıktır ve varlık iyidir” (Arslan, 2006: 233). Platon İyilik, Güzellik ve Adalet idealarını birbirleriyle özdeş görmüştür. O hâlde Platon’a göre varlık, özü gereği hem iyi hem güzel hem de adildir. Platon, benzer benzerle bilinir ilkesi gereği, insanı, bu soyut ve akli yapıdaki ideaların bilgisini elde edebilecek bir donanıma kavuşturmayı önemsemiştir. Bu yüzden insan ruhunun ideaya en çok benzeyen yapı olduğunu düşünmüş ve ideaların bilgisinin ancak ruh tarafından elde edilebileceğini savunmuştur.

  Platon’un bilgi anlayışı

  Platon’a göre ölümsüz ruh, bu yaşamından önce ideaların bilgisini edinmiştir ve bu yüzden bilgi, zaten mevcut olan bir bilginin anımsanmasından ibarettir. Ama bu anımsamanın gerçekleşebilmesi, sistemli biçimde yürütülen bir diyalektik süreçle mümkündür. Diyalektik yöntem, başlıca iki faaliyete dayanır; “Dağınık kavramları genel bir tanım doğrultusunda toplamak” ve “düşünceyi tabi eklem yerlerinden ögelerine ayırmak.” Platon bu iki faaliyetten ilkini “toplama”, ikincisini “ayırma” diye adlandırır. İlkinde, tanımı yapılmaya çalışılan şeyin tüm örneklerini eş ölçüde açıklayabilecek genel bir tanıma ulaşmak esas alınır. İkincisinde ise daha fazla çözümlenemeyecek, bölünemeyecek yalın ve temel birimlere ulaşmak amaçlanır. Diyalektik yöntem, insanları bilgide basamak basamak yükselten ve İyi ideasının kavranması ya da temaşa edilmesi ile nihayetine ulaşan bir süreçtir. İnsan, örneğin önce tek tek şeyleri sever, sonra bunların arasındaki ortak nitelikleri keşfeder ve son aşamada Güzelin kendisine, yani Güzel ideasına ulaşır (Symposium, 210 a-d). Ruhun adım adım yükseldiği “diyalektik yürüyüşün” (Devlet, 532b) nihai noktası budur. Devletteki bölünmüş çizgi benzetmesiyle bilginin nesneleri arasında hiyerarşik bir sıralama yapılır. En altta yansımalar, gölgeler ve bunlara ait inanç bilgisi, onun üstünde doğa ve insan yapımı şeylerin dünyası ve buna ait olan tahmin bilgisi, onun üstünde sayılar ve geometrik şekillerin dünyası ve buna ait episteme bilgisi ve en üstte ise saf aklın alanı olan idealar ve onlara ait kesin bilgi gelir. En üstte ise İyi ideası yer alır. Platon Mağara Alegorisi ile insanların diyalektik süreç yoluyla mağaradan gerçek güneşe yönlendirilmeleri ülküsünü en özlü biçimde ifade etmiş olur.

  Platon’un mutluluk ahlakının genel özellikleri ve erdem anlayışı

  Platon, mutluluğu insan ve toplum için nihai amaç olarak görmekteydi. Ahlak anlayışı da mutluluğun elde edilmesi amacına yönelmişti. Ona göre mutluluğu sağlayan şey iyilik, iyiliği sağlayan şeyse erdem, doğruluk ve adaletti. Platon, erdemi ruhun düzeni olarak tanımlamaktaydı. Ona göre yalnızca ruh değil, kendisinde bir erdem bulunduğundan söz edilebilecek olan her şeyin erdemi düzeninden gelmekteydi. Mutluluğun Eski Yunancadaki karşılığı olan eudaimonia kişinin iyi ve uyumlu bir daimona sahip olmasını ifade eder. Bu düşüncede mutluluk insana dışarıdan gelmez. Ruhunu düzenleyen kişi, kendi iyiliğini ve mutluluğunu da sağlamış olur. Erdem, ruhun kendi doğasını gerçekleştirmesidir. Erdem, doğruluk ya da adalet ister ruh olsun, ister site olsun, herhangi bir yapının doğası gereği kendisine en uygun durumda olması, doğasına uygun işi görmesidir. Kendisine uygun işi yapana, kendisine uygun işlevi yerine getirene, kendi amacına ya da iyisine ulaşana erdemli denir. Böylece bir şeyin erdemi o şeyin doğasına ve doğasının gereği olan tabii amaca uygun biçimde tanımlanmıştır.

  Platon’un ruh anlayışı, ruhun bölümleri ve iç düzeni

  Erdemin şartı olarak görülen, “ruhun düzeni” ifadesi, ruhun çeşitli parçalardan meydana geldiğini ve bu parçaların birbirleriyle doğru bir ilişki içinde olmaları gerektiğini ima eder. Platon, PHaedrus’taki bir mitosta ruhu biri siyah, öteki beyaz olmak üzere iki kanatla attan ve bir sürücüden oluşan bir at arabasına benzetir. Bu atlardan beyaz olanı uysaldır ve sürücüsünün talimatlarına uyar. Oysa siyah at hırçın bir tutumla daima arabacının talimatlarının aksine hareket eder. Bu benzetmeden yola çıkıldığında ruh, üç parçalı bir yapı sergiler; akıllı parça (to logistikon), yürekli-atılgan parça (to tymoeides) ve iştah duyan, arzulayan parça (to epitymetikon). Yürekli ve atılgan parça mitostaki iyi huylu beyaz ata, bedensel hazlar ve acılarla ilişkilendirilen iştah ve itki bölümü, siyah ata, kafada konumlanan akıl parçasıysa sürücüye karşılık gelir. Bunlardan akıl parçası ölümsüzdür. Diğer ikisiyse bedenin ölümüyle dağılırlar. Platon, bu parçaların kendi sınırlarını bilmeleri ve doğal durumlarında olmaları hâlinde ruhta doğruluğun, adaletin, erdemin gerçekleşeceğini savunur. Akıl, doğası gereği aklın buyruklarına boyun eğmelidir. Bunu gerçekleştiği takdirde ruh, ahlaki yüksekliğe erişebilecek ve doğasında doğuştan gizli bulunan ideaların bilgisini açığa çıkarabilecektir. Ruhta bir kez düzen kurulduktan sonra bu düzen sitedeki ve diğer tüm insani yapılardaki düzen için de bir temel oluşturacaktır.

  Platon’un toplum ve site düzeni anlayışını, siteyi oluşturan unsurları ve site düzeni türleri

  Platon’un site düzeni anlayışı var olan tüm site düzenlerinin bozuk olduğu ve bu bozukluğun “iyi”, “doğru” ve “güzel” denen üç yüksek değerin bu sitelerde olmamasından kaynaklandığı kabulüne dayanır. Platon’un toplum ve siyaset anlayışı bu üç değerin topluma ve siteye hakim kılınması amacını güder. Bu özelliğiyle siyasi olmaktan çok ahlaki bir görünüm sergiler. Tıpkı ruh gibi site de üç parçadan oluşur. Bunlar zanaatkarlar sınıfı, asker sınıf ve filozoflardan oluşan yönetici sınıfıdır. Ruhta ve evrende olduğu gibi sitede de bu her parçanın kendine has, doğal bir konumu vardır. Parçalar, doğal yapılarına uygun konumlandırıldıklarında sitede adalet, doğruluk ve erdem sağlanmış olur. Bir insanın erdemli olması, site düzeni içinde doğru biçimde konumlanmış olmasına bağlıdır. Yönetici sınıfın erdemi bilgelik, asker sınıfın erdemi cesaret, zanaatkâr sınıfın erdemi ölçülülüktür. Ölçülülük aynı zamanda diğer tüm sınıfların da erdemidir. Adalet ve doğruluk ise bu erdemlerin hepsini bütünler. Zekâ için adalet düşüncenin doğruluğunu anlamına gelen bilgeliktir. İrade için adalet, ruhun atılgan parçası olan yüreğin doğruluğu anlamına gelen cesarettir. Ruhun itki parçası için adalet, bu parçanın doğruluğu anlamına gelen ölçülülüktür. Siteyi yöneten filozoflar ideaların bilgisini site düzeninde tekrarlamakla yükümlüdür. Adil ve doğru düzenin yani ideaların bilgisi her ruhta doğuştan bulunur ve filozofların görevi yurttaşların ruhlarındaki düzen bilgisini açığa çıkarmaktır. Böylece Platoncu devlet, büyük bir eğitim kurumu hâline gelir. Eğitim, doğru bir site düzeni için en uygun başlangıçtır. Eğitimin amacı, her yurttaşın ruhunu kötü yanlarını dizginleyecek bir bekçiye, yani doğru işleyen bir akla sahip kılmaktır. Ruhun eğitiminde başvurulabilecek en etkili vasıta ise müziktir. Yeryüzünde beş çeşit insan, beş çeşit site vardır. Bunlar aristokrasi, timarşi, oligarşi, demokrasi ve tiranlıktır. En kötü yönetim olan tiranlık, eğer tiran eğitime açık ve genç bir insansa kolayca ideal rejime dönüştürülebilir. Platon’un siyasi rejim türlerine ilişkin değerlendirmeleri Yunan siyasi tarihinin bir özeti gibidir.

ARİSTOTALES


  Antik Yunan filozof. 

  Platon ile Batı düşüncesinin en önemli iki filozofundan biri sayılır. Fizik, gökbilim, ilk felsefe, zooloji, mantık, siyaset ve biyoloji gibi konularda pek çok eser vermiştir.

  MÖ 384 veya 385'te, günümüzde Athos tepesi olarak adlandırılan tepenin yakınlarında ufak bir Makedonya kenti olan Stageira'da, Makedonya kralı II. Amyntas'ın (Philippos'un babası) hekimi olan Nikomakhos'un oğlu olarak dünyaya gelir. MÖ 367 veya 366 'da 17 yaşında Platon'un Atina'daki akademisine (Akademeia) girmesiyle Platon'un en parlak çömezlerinden biri olur. Tütör yahut yardımcı hoca olarak çalıştığı dönemde, okuma tutkusuyla tanınır; (Platon, belki de bir tür tenezzülle, ona "okuyucu" lâkabını takar) Daha sonraları Akademia'daki öğretime kendisi de katkıda bulunur: kimi zaman Platoncu savları rakip Isokratos okuluna karşı savunmak için geliştiren, hatta zaman zaman da Evdamos ya da Can üzerine (Peri tes Psykhes) yazılarında olduğu gibi, bu tezleri büyükseyen diyaloglar yazar. Gryllos yahut Retorik üzerine Aristoteles'in diyalog yazarlığı dönemine aittir.

  Platon MÖ 347'de öldüğünde, Akademeia'nın başına ardılı olarak Spevsippos'u atamıştır. Antik Çağ'dan itibaren yaşamöyküsü yazarları -herhalde kötücüllüklerinden- Platon'un bu seçiminde Aristoteles'in Akademeia'yı terk etmesinin asıl nedenini görüyorlar. Aristoteles'in en azından Spevsippos'a karşı kalıcı bir garez duyduğunu biliyoruz. Aynı yıl, belki de ustasının teşvikiyle, Ksenokratos ve Theophrastos ile bugün Biga Yarımadası olarak anılan Troas bölgesindeki Assos kentine gönderilir. Orada Tiran Atarnevs'li Hermias'ın siyasî danışmanı ve dostu olur. Aynı esnada, özgünlüğünü daha o zamandan belli eden bir okul kurar. Bu okuldaki girişimleri arasında yaşambilim üzerine çalışmaları yer alır. 345-344 yıllarında, belki de Theophrastos'un daveti üzerine, komşu Lesbos (Midilli) adasının Doğu kıyısındaki Mytilene (Midilli) kentine varır. 343'te Pella'daki (Bugün Ayii Apostili) Kral Makedonyalı Philippos'un sarayına, oğlu İskender'in eğitimini üstlenmek üzere çağırılır. 341 yılında Perslerin eline düşen Hermias'ın feci sonunu Pella'da öğrenir, anısına bir ağıt düzer. Gerek Pella'da ikamet ettiği sekiz senelik dönem, gerek eğitmenlik vazifesinin içeriği hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz. Philippos'un ölümüyle MÖ 335 İskender tahta oturur. Aristoteles Atina'ya dönüp Akademeia'ya rakip olarak Lykeion'u ya da diğer adıyla Peripatos 'u (öğrencileriyle içinde dolaşarak tartıştıkları bir tür çevresi sütunlarla çevrili avlu ya da galeri) kurar. Lykeion'lulara verilen Peripatetikoi adı buradan geliyor. Burada on iki sene ders verir. MÖ 323'te Büyük İskender'in bir Asya seferi esnasında ölmesi üzerine Atina'da Makedon karşıtı bir tepki dalgası peydah olduğu vakit, aslında Makedonculuk zannı taşıyan Aristoteles'e karşı, dine saygısızlık davası açılması söz konusu olur. Bir ölümlüyü -Hermias'ı- anısına bir ilâhi yazarak ölümsüzleştirmekle itham edilir. Bunun üzerine Aristoteles, Sokrates'in yazgısını paylaşmak yerine Atina'yı terk etmeyi seçer: kendi deyişiyle, Atinalılar'a "felsefeye karşı ikinci bir suç işlemeleri" fırsatını tanımak istemez. Annesinin memleketi olan Eğriboz (Evboia) adasındaki Helke'ye Khalkis sığınır. Ertesi yıl MÖ 322'de, altmış üç yaşında hayatını kaybeder.

   Yunan dünyasının Platon’dan sonraki en önemli düşünürü olan Aristoteles, döneminin bütün bilim alanlarıyla ilgilenmiş olan büyük bir bilginidir (Gökberk, 1980: 76). Mantık, fizik, metafizik, ahlak ve siyaset gibi çeşitli bilgi alanları üzerinde araştırma ve çalışmalarını sürdürmüş ve bunları sınıflandırarak bir sistem içerisine oturtmuştur. İ.Ö. 384 yılında Makedonya’da, Stagira’da dünyaya gelmiş, 17-18 yaşlarındayken Atina’ya gelerek Akademi’de öğrenci olmuştur. Platon’un ölümüne değin yaklaşık 20 yıl Atina’da kalmış, sonradan onun öğretilerine büyük oranda ters düşecek görüşler savunmuşsa da Platon ile kurduğu bağ kendisinde önemli bir etki bırakmıştır. Platon’dan ayrıldığı noktalar özellikle bilgi felsefesinde ve siyaset felsefesinde kendisini göstermektedir. Bilgi felsefesi alanında Platon bilginin nesnelerinin bu dünyada yer almadığı görüşünü savunurken, Aristoteles duyu organlarımızla algıladığımız nesnelerle, bilginin gerçek nesnelerin bir ve aynı olduğunu düşünmüştür. Siyaset felsefesi alanında Platon ebedi ve kusursuz bir devlet teorisi geliştirmeye uğraşırken Aristoteles mevcut devlet biçimlerini inceleyerek işe başlamış, var olanlar arasından mümkün olan en iyisini bulmaya çalışmıştır.

   Bir süre Büyük İskender’e hocalık da yapan Aristoteles İskender’in iktidarı ele geçirmesinin ardından Atina’ya geri dönerek kendi okulu Lyceum’u İ.Ö. 335 yılında kurmuştur. Okulu 860 yıldan fazla bir süre ayakta kalacaksa da İskender’in 323’teki ölümünün ardından Atinalıların kendisine karşı tavır alması karşısında, Atina’yı terk etmek zorunda kalmış ve çok değil bir yıl sonra, 322 yılında ölmüştür (Skirbekk ve Gilje, 2001: 94-95).

   Aristoteles her ele aldığı soruyu sistematik olarak inceler; bunun için, ilkin, ele alınan konu ile ilgili olguları ve bu konu üzerinde daha önce söylenmiş olanları bir araya toplar; bundan sonra, bu olgulara dayanarak kendi anlayışını temellendirmeye ve kendisinden önce ileri sürülmüş olan teorileri eleştirmeye çalışır. Onun asıl büyüklüğü de bu sistemli çalışmasındadır. 


   Aristoteles’in yaşamı ve yapıtları


   Aristoteles, MÖ 384/3 dolaylarında Stageira’da doğmuş, henüz genç yaşlarda Atina’ya giderek Platon’un Akademia’sına girmiştir. Akademia’da yirmi yılı aşkın bir süre kalan ve bu sürede hocası Platon’dan etkilenen Aristoteles daha sonra sırasıyla Assos’ta ve Midilli’de okullar kurmuş, dersler vermiştir. MÖ 343/2 dolaylarında Büyük İskender’in özel hocası olmuştur. Makedon sarayıyla kurduğu yakın ilişki Atina’da daima kuşkuyla karşılanmış hatta bu yüzden Atina’ya terk etmek zorunda dahi kalmıştır. Aristoteles MÖ 335/4 dolaylarında yeniden Atina’ya dönerek Liseum adlı okulu kurmuş ve burada önemli felsefi etkinliklerde bulunmuştur. Aristoteles farklı konularda birçok önemli eserler vermiştir. Tüm felsefe tarihinde bunca farklı konuda bunca önemli eser kaleme alabilmiş başka bir isim yoktur. Aristoteles’in, başta gelen eseri kuşkusuz mantık disiplinini âdeta tek başına inşa ettiği Organon isimli eseridir. Bu eser Kategoriler (Kategoriai), Peri Hermeneias (Önerme Üzerine), I. Analitikler (Analytika I), II. Analitikler (Analytika II), Topikler (Topika) ve Sofistik Çürütmeler (Peri Sophistikon Elegkon) adlarını taşıyan altı kitaptan oluşur ve akıl yürütmenin dayandığı temel ilkeleri inceler. Metafizik, Aristoteles’in “İlk Felsefe” (prote philosophia) olarak adlandırdığı varlık sorunlarını ele alan hacimli bir eserdir. Bunun dışında doğayı incelediği Physika (Fizik), hayvanları ele aldığı Peri ta zoa historia (Hayvanlar Üzerine), ruh sorununu ele aldığı Peri Psykhe (Ruh Üzerine), ahlak sorunlarını ele aldı- ğı Ethika Nikomakhea (Nikomakhos Ahlakı), Ethika Eudemeia (Eudemos Ahlakı), devlet ve siyaset sorunlarını ele aldığı Politika ve Athenaion (Atinalıların Devleti), hitabeti ele aldığı Rhetorika ve sanat konularını ele aldığı Poetika isimli eserleri kaleme almıştır.

  Aristoteles’in varlık anlayışı

  Aristoteles de tıpkı Platon gibi doğadaki tüm değişime rağmen değişmeksizin kalan bir öz, form ya da bulunması gerektiğini düşünmekteydi. Ama formu ya da ideayı görünür şeylerden ayrı görmedi, görünür şeylerde içkin olduğunu, görünür şeylerde kendisini dışa vurduğunu ve onlara biçimlerini kazandırdığını savundu. Aristoteles, maddenin form sayesinde gerçeklik kazandığını, form sayesinde biçimlenip belli niteliklere büründüğünü düşünmekteydi. Buna karşılık formun da ancak maddede kendisini gerçekleştirebileceğini, madde olmasaydı, formun kendisini asla açığa koyamayacağını savunmaktaydı. Ona göre form kazanmamış, formun kendisini gerçekleştirmediği madde varlık kazanmış sayılamazdı. Aristoteles’e göre varlık kazanma süreci, yani “oluş” (genesis) maddede gizil hâlde bulunan formun edimselleşmesidir. Her şey, kendi formunu, özünü mümkün olduğunca mükemmelleştirmek, tamamlamak amacına yönelmiştir. Tüm varlıklar, formun edimselleşme derecesine göre aşağıdan yukarıya doğru sıralanırlar. En altta, formun pek az edimselleştiği maddeler, yani cansız varlıklar, en üstte salt form olan yani tamamen edimselleşmiş olan Tanrı durur. Tanrı hareket etmeyen hareket ettiricidir. Herhangi bir şeyin ya da bir bütün olarak evrenin meydana gelmesini sağlayan başlıca dört neden vardır; maddi neden, formel neden, amaç neden ve etker neden. Maddi neden bir şeyin yapıldığı malzeme, formel neden onun biçimi, amaç neden yapılış gayesi, etker neden ise söz konusu amaç doğrultusunda maddeyi biçimlendiren güçtür. Form maddede edimselleştiğinde yani görünür evren düzeni meydana gelip tikeller varlık kazandıklarında daima belli nitelikleri, yüklemleri ya da kavramları da taşıdıkları görülür. Bunlar; 1. Töz, 2. Nicelik, 3. Nitelik, 4. İlişki, 5. Yer, 6. Zaman, 7. Konum, 8. İyelik, 9. Etkinlik ve 10. Edilginliktir. Bu on kategoriden dokuzu ilinek, biri tözdür. Töz, en genel ifadesiyle “bir şeyi o şey yapan şey” olarak tanımlanabilir. Aristoteles’e göre doğa araştırması, madde yasalarının, her şeyden önce de hareket yasalarının incelenmesi demekti. Ona göre ne kadar varlık kategorisi varsa o kadar çeşit hareket vardı. Aristoteles’te madde hareket ettirilen, form ise hareket ettirendir. O hâlde, bir şeyde form kendisini ne kadar açığa vurmuşsa ne kadar edimselleşmişse o şeydeki hareket de o ölçüde mükemmelleşecektir. Böylece Aristoteles, evreni başlıca üç kısma ayırır; Ay-altı âlem, yeryüzüdür. Evrenin bu bölümündeki her şey Empedokles’in dört nedeninden, yani toprak, su, hava ve ateşten meydana gelmişlerdir ve doğrusal olarak hareket ederler. Gök cisimleri ise esir denen bir maddeden meydana gelmişlerdir ve dairesel bir harekete sahiptirler.

  Aristoteles’in mantığı ve bilgi anlayışı 

  Aristoteles bilimleri üçe ayırmıştır; Teorik Bilimler, Pratik Bilimler ve Poetik Bilimler. Teorik bilimler bilgiyi, bilginin kendisi adına, Pratik Bilimler doğru eyleyebilmek için bir araç olarak Poietik Bilimler ise bir şey üretmekte araç kılmak için isterler. Matematik, fizik, metafizik gibi disiplinler ilkine, politika, retorik, strateji gibi bilimler ikincisine, sanat dalları ve zanaatlar üçüncüsüne girer. Aristoteles bunlar dışında bir de mantık disiplininden söz eder ki bu da diğer tüm bilimlerde yöntem olarak uygulanabilecek olan disiplindir ve esası da doğru akıl yürütmenin biçimlerini çözümlemek, ilkelerini, kurallarını belirlemektir. Mantık, en genel ifadesiyle doğru çıkarımlar türetme yöntemidir ki bunun da iki biçimi vardır; tümdengelim ve tümevarım. Tümdengelim tümelden tikele, tümevarım tikelden tümele varan akıl yürütme biçimidir. Geçerli bir akıl yürütme mutlaka kendiliğinden açık olan temel ilkelere dayandırılmalıdır. Bu ilkeler üç tanedir; 1) Özdeşlik ilkesi, 2) Çelişmezlik ilkesi, 3) Üçüncü hâlin imkânsızlığı ilkesi. Özdeşlik ilkesi her şeyin kendi kendisiyle özdeş olduğunu ifade eder (A, A’dır). Çelişmezlik ilkesi, varlık bakımından, bir şeyin hem A hem A-olmayan olamayacağını, önerme bakımından düşünüldüğünde ise bir önermenin hem doğru hem yanlış olamayacağını, Üçüncü hâlin imkânsızlığı ilkesi ise varlık bakımından düşünüldüğünde bir şeyin ya A ya da A-olmayan olabileceğini, bunun dışında bir seçenek olmadığını, önerme bakımından düşünüldüğünde ise bir önermenin ya doğru ya yanlış olacağını üçüncü bir şıkkın mümkün olmadığını ifade eder.

  Aristoteles’in ruh anlayışı 

  Aristoteles, ruhun parçalarından ziyade farklı yetilerinden söz edilmesi gerektiğini savunmuş ve ruh göçü öğretilerini eleştirmiştir. Ona göre ruhun bedenden bütünüyle ayrılıp kendi başına bir yaşam sürebileceğini düşünmek doğru değildir Form ile madde asla ayrı olmadıkları, birbirlerine bağlı bulundukları gibi ruh ile beden de daima bir arada bulunurlar. Aristoteles, ruhu bir hareket ilkesi olarak görmekte ve maddenin hareketini forma bağladığı gibi bedenin hareketini de ruha bağlamaktaydı. Bu özellikleriyle ruh bedenin hareketinin kaynağı, bedenin nihai nedeni ve gerçek tözü olmaktaydı. Aristoteles’e göre bitkiler ve hayvanlarda da ruh bulunur. Bitkilerde ruh, sadece beslenme ruhu düzeyinde hayvanlarda ise beslenme ruhunun yanı sıra duyum ruhu olarak ortaya çıkar. İnsan ise hem beslenme hem duyum hem de akılsal ruha sahiptir. Akılsal ruh da edilgin ve etkin akıl olarak ikiye ayrılır. Etkin akıl soyut düşünmenin olup bittiği ölümsüz bir yapı iken edilgin akıl bedenle bir arada bulunan ve duyular ya da algı yoluyla edinilen bilgilerin toplandığı akıldır. İnsan bu ölümsüz akılsallıkla hayvanlarla Tanrı arasında bir konumda durur.

   Aristoteles’in ahlak ve erdem anlayışı

  Platon’da olduğu gibi Aristoteles etiğinde de eylemler daima bir erek doğrultusunda incelenirler ve tüm insani eylemler son kertede insanın iyiliği, mutluluğu amacına yönelmişlerdir. Böylece Aristoteles’in etik anlayışı da “mutluluk ahlakı” olarak adlandırılır. Aristoteles’e göre iyi olma ya da mutluluk erdeme uygun etkinliklerle elde edilebilir. Erdem, insanın kendi amacına uygun durumda olması, doğasına uygun eylemesi, ruhun farklı bölümlerinin doğru biçimde hareket etmesi, bedenin işlevlerini uygun biçimde yerine getirmesine bağlıdır. Eylemin ahlaki değer taşıyabilmesi için gönüllü, bilinçli ve özgür biçimde seçilmiş olması gerekir. Aristoteles’e göre erdemli bir kişilik, insanın özgür seçimleriyle daima erdemi seçerek ve bunu alışkanlık hâline getirerek başarılabilecek bir amaçtır. Etik erdemler, insanın istemesinin ve seçimlerinin eğitilmesiyle oluşurlar. Aristoteles’e göre erdem, insanın aşırılıklardan ve eksiklikten kaçması, daima ortayı araması, onu tercih etmesidir. Yani erdem, tercihlere ilişkin bir huy: Akıl tarafından ve aklı başında insanın belirleyeceğiyle belirlenen, bizle ilgili olarak orta olanda bulunma huyudur. Aristoteles etik erdemlerin yanı sıra bir de dianoetik erdemlerden söz eder. Zorunlu ve ezeli-ebedi şeylerin bilgisi olan bilim, şeyleri nasıl meydana getireceğimizin bilgisi olan sanat, bilimin kendilerinden hareket ettiği ilk ilkelerin bilgisini veren sezgisel akıl, insan hayatının amaçlarının nasıl sağlanabileceğinin bilgisini veren pratik bilgelik ve sezgisel akılla bilimin birliğini ifade eden felsefi yani teorik bilgelik dianoetik erdemleri oluşturur. Aristoteles, adalet bahsine ise sözcüğün iki ayrı anlamını ayırarak başlar; 1) Yasaya uygun olan 2) Doğru ve eşit olan. İlk anlam adaletin tümel, evrensel kullanımına karşılık gelir. Bu ikincisi de kendi içinde ikiye ayrılır; 1) “Dağıtıcı” ya da “pay edici” adalet, 2) “Düzeltici” adalet. Dağıtıcı adalet sitenin ya da toplumun getirilerini, kazançlarını yurttaşlar arasında adil biçimde pay etmek esasına dayanır. Düzeltici adalet ise yurttaşlar arasında baş gösteren anlaşmazlıkların giderilmesi suçların cezalandırılması esasına dayanır.

  Aristoteles’in toplum ve siyaset anlayışı

  Platon gibi Aristoteles de insanı toplumsal bir varlı k olarak görmüş, onu daima içinde yaşadığı toplumla birlikte düşünmüştür. İnsanın kendi iyisine ve mutluluğa ulaşabilmesi ancak devlet ve toplum yaşamı içinde mümkündür. Devlet de insanın mutluluğu için vardır. Devlet de tıpkı doğada varolan şeyler gibi doğal bir varlıktır çünkü insanın doğal ihtiyaçlarından ve eğilimlerinden doğmuştur ve insan doğası gereği toplumsal ve siyasal bir hayvandı r. İdeal site nüfus ve toprak bakımından amacını gerçekleştirecek büyüklüktedir ve çiftçilerden, zanaatkârlardan, zengin tüccarlardan, askerlerden, din adamlarından ve yargıçlardan oluştur. Devlet büyük bir eğitim kurumu olarak yurttaşlarını akli ve ahlaki bir eğitimden geçirir. Aristoteles kendi çağındaki site düzenlerini üç iyi, üç kötü olmak üzere altıya ayırmıştır. Krallık, aristokrasi ve politi kamunun yararının gözetildiği sağlıklı rejim türleri olarak değerlendirilirken tiranlı k krallığın, oligarşi aristokrasinin, demokrasi ise politinin yozlaşmış ve bozulmuş hâli olarak incelenir. Aristoteles krallığın ve aristokrasinin en ideal rejimler olabileceğini savunsa da bu rejimleri sağlıklı biçimde işletecek bilge yöneticiler bulmanı n güçlüğünden dolayı politiyi en gerçekleştirilebilir rejim olarak destekler. Platon’un Devlet’te çizdiği idealist tabloya karşılık Aristoteles nispeten gerçekçi siyasi öğretiler geliştirmiştir.

DEMOKRİTOS

 Demokritos Kuzey Yunanistan'da Abdera'da doğdu. Anaxogaras'tan 40 yaş küçüktü, Sokrates'ten 20 yıl kadar sonra öldü. Ön-Sokratik felsefeciler içinde en etkili olanlardan biriydi. Platon tarafından adından söz edilmese de, Aristoteles'ten büyük saygı gördü. Yaşamı konusunda çok az şey bilinmektedir. Babası Xerxes'in Asya'ya dönmekte olan ordusunun ağırlanmasına önemli katkılarda bulunduğu ve bunun üzerine Pers tekerkinin Abderalılara armağanlar verdiği ve Maguslar (Biliciler) bıraktığı söylenir. Diogenes Laertius'a göre Demokritos bu Maguslar tarafından gökbilim ve tanrıbilimde eğitilmiştir. Babasının ölümünden sonra servetinin 100 Taler kadar olduğu ve bu kadar parayı Mısır, İran ve Kızıl Deniz'e yolculuklarında tükettiği söylenir. Gezilerinden ülkesine döndükten sonra kardeşinden yardım gördü ve yurttaşları arasında büyük saygınlık kazandı. Leukippos'un yanısıra Anaxagoras ve Filolaus'un düşünceleri ile de tanışıktı, Leukippos'un öğrencisi oldu, ve Pisagorculuk konusunda bilgiliydi. Yolculukları sırasında Atina'ya uğramış olabilir ve Diogenes'e (Felsefecilerin Yaşamları, IX 36) göre şu sözler ona aittir: "Atina'ya geldiğimde hiç kimse beni tanımıyordu."

   Demokritos "Gülen Filozof" olarak bilinirdi ve Seneca onun halk arasında her zaman gülerek dolaştığını ve bununla insanların aptallıklarını küçümsemesini gösterdiğini söyler. Buna uygun olarak yurttaşları arasında "Alaycı" olarak bilinirdi. Öldüğünde yüz yaşının üzerinde olduğu söylenir.

  Leukippos’un öğrencisi Demokritos, (M.Ö. 460 - 370) Sokrates'den sonra ölmüş olmasına rağmen, "Sokrates öncesi doğa filozofları"ndan sayılır. Hocasının ortaya attığı teoriyi büyük ölçüde geliştirerek ünlenmiştir. Parmenides'in temsil ettiği tekçilik (monism) ile Empedokles'in çokçuluğu (pluralism) karşısındaki aracılık girişimleri sonucu, "Atom veya bölünmeyen öz" teorisi ile ünlenmiştir. (Bazı kaynaklar Empedokles ve Anaksagoras'ı da "atomcular" sınıflandırmasının içine sokmaktadır. Bu görüş isabetli bir tespittir.)

  Var oluş ile ilgili çok kesin bir görüş ortaya koymuştur. Evren'deki oluşuma, kesin bir zorunluluk egemendir. Bütün olup bitenleri bir rastlantı ile izâha çalışmak saçmalıktır. "Yaratılmamış, yok olmayan, değişmeyen varlık, özdeksel atomdur. Öz, maddeyi temsil eder ve onunla her nesne yapılabilir." şeklinde özetlenebilecek bir görüşle, materyalist doğa biliminin ilk temellerini atmıştır.

  Atomcular, sadece bir hacim, bir şekil ve belki de bir ağırlık içeren bölünmez en küçük birim olarak tarif ettikleri atomun ve atomların hareket ettiği boşluğun (eter - ether - esir) ezelî, ebedî mevcudiyetini ortaya atmışlardır. Bütün bu materyalist görüşlere rağmen, "tek gerçek, atomlar ve atomların hareketidir" prensibini, ruhun açıklanması aşamasında da tutarlı bir şekilde kullanmışlardır.

  Bilinçli bir materyalist yaklaşımla, algılama ve düşünmeyi, vücuttaki en ince, en hafif ve en düzgün ateş atomlarının hareketi olarak izah eden Demokritos, kendisinden önceki düşünürlerin üzerinde durmadığı oranda, ahlâk (etik) ile de ilgilenmiştir.

  Demokritos zaman olarak hem Sokrates’ten önceki dönemlerde yaşamıştır hem de Sokrates’ten sonraki kültür filozoflarındandır. Kendisinden önce neredeyse tamamen doğa sorunlarıyla ilgilenildiği hâlde Demokritos, doğa sorunlarından insan sorunları na geçilen bir ara dönemde yaşamış bir düşünür olarak hem doğa hem kültür konuları ölçülü olarak işlemiştir. Bu bakımdan Demokritos, felsefe tarihinin kapsamı en geniş felsefelerinden birinin sahibidir. Bu geniş kapsamlı felsefenin temeli ise mutlu bir yaşam, bilgince bir yaşamdır. Demokritos’a göre iki tür haz vardır:


1. Bedensel hazlar: Bunları ölçülü biçimde yaşamak gerekir. Bedeni ne ezmek ne de rahat bırakmak lazımdır.

2. Zihinsel hazlar: Bunar kalıcı olan hazlardır. Varlığı temaşa etmek esasına dayanırlar.

   Demokritos’un eserlerinin önemli bir kısmı maalesef yok edilmiştir. Bunun başlıca sebeplerinden biri Yunanlı değil, Makedonyalı olmasıdır. Atinalı olmayanların genelde saygı görmemelerinden dolayı kendisi de Atina’da çok saygı görmemiştir. Mesela Platon onun görüşlerinden birçok şey esinlendiği hâlde eserlerinde adını bir kere bile anmamıştır. Buna karşılık Aristoteles’te ona karşı daha ölçülü ve saygılı bir dil kullanıldığını görmekteyiz.


  Demokritos’a göre evren atomalar denen gözle görülemeyecek kadar küçük temel unsurlardan meydana gelmiştir. Bu unsurlar ezelî ve ebedîdirler ve sayıca sonsuzdurlar. Parçalanmazlar, kendi içlerinde boşluk içermezler, yekpare ve yalındırlar. Bu yüzden de dağılıp gitmezler. Bir anlamda Parmenides’in varlığa atfettiği tüm özellikleri taşırlar. Demokritosçu evren sonuçta iki şeyden, sonsuz sayıda atomdan ve sınırsız bir boşluktan oluşur. Eğer Demokritos boşluk diye bir şeyi kabul etmeseydi bu atomlar asla hareket edemez, birbirleriyle âdeta bitişirlerdi. Oysa atomlar boşlukta hareket eder, birleşip dağılarak tüm evren olaylarını oluştururlar. Demokritos’ta değişimin temeli atomların birleşmeleri ve ayrılmalarıdır. Atomlar asla yok olmazlar ama birleşerek sonradan ortadan kalkacak bileşik yapılar meydana getirirler. Bu tabloda tüm değişim nicel bir temelde gerçekleşir. Boşluk sınırsız, atomlar da sayıca sonsuz oldukları için bu sonsuz malzemeden sonsuz sayıda kâinatın ortaya çıkması kaçınılmazdır. Demokritos’a göre ruh da atomlardan oluşmuş bir yapıdır ve bu yüzden bedenin ölümünden sonra dağılıp gider. Demokritos Antik Yunan dünyasında ruhun ölümlü olduğunu bu denli açık biçimde söyleyen ilk kişilerden biri olmuştur. Demokritos bütün bu evren tablosuyla bir anlamda değişimi kurtarmış olmaktadır. Ona göre atomlar tıpkı Parmenides’in varlığı gibi asla yok olmasalar da nicel anlamda birbirleriyle birleşip dağılarak bir değişim meydana getirirler. Böylece her türden değişim bir anlamda nicel temelde olup biter. Tüm değişim de atomların yer değiştirmesinden ya da sayıca artmasından oluşur. Bu tabloda bütün olaylar fiziksel süreçlerdir. Yani evren olayları üzerinde herhangi bir akıl ya da iradenin etkisi yoktur. Tüm evren olayları atomlar arası etki ve tepki ilişkilerinden oluşmaktadır. O hâlde bunun mekanik bir evren tasarımına giden yolu araladığı söylenebilir. Bu düşüncenin Antik Yunan dünyası açısından önemli bir yenilik olduğu görülmektedir. Demokritos bu evren anlayışının yanı sıra idealist bir ahlak anlayışı ortaya koymuştur. Bilgeliğin insanı mutlu edeceğine inanmıştır. Hayatı bütün olumsuzluklarına rağmen sırtlayıp götürmeyi savunmuş, bilgece, ölçülü ve dengeli olmak gerektiğini söylemiştir
.

SOKRATES

 Sokrates üzerine pek çok eski öykü anlatıldı (Platon, Ksenofon, Aristofanes, Aristoteles, Aristoksenos). Sokrates, edebi verimin yüksek ...